bugün
yenile
    1. 9
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Masa da masaymış ha Adam yaşama sevinci içinde Masaya anahtarlarını koydu Bakır kâseye çiçekleri koydu Sütünü yumurtasını koydu Pencereden gelen ışığı koydu Bisiklet sesini çıkrık sesini Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu Adam masaya Aklında olup bitenleri koydu Ne yapmak istiyordu hayatta İşte onu koydu Kimi seviyordu kimi sevmiyordu Adam masaya onları da koydu Üç kere üç dokuz ederdi Adam koydu masaya dokuzu Pencere yanındaydı gökyüzü yanında Uzandı masaya sonsuzu koydu Bir bira içmek istiyordu kaç gündür Masaya biranın dökülüşünü koydu Uykusunu koydu uyanıklığını koydu Tokluğunu açlığını koydu Masa da masaymış ha Bana mısın demedi bu kadar yüke Bir iki sallandı durdu Adam ha babam koyuyordu. Edip Cansever
    2. 1
      +
      -entiri.verilen_downvote
      böyle bişey de varmış gülümsetti .
    3. 16
      +
      -entiri.verilen_downvote
      *** adam yaşama sevinci içinde masaya anahtarlarını koydu bakır kâseye çiçekleri koydu sütünü yumurtasını koydu pencereden gelen ışığı koydu bisiklet sesini çıkrık sesini ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu *** 1. bölüm: yitirilen şimdiki zaman kipi tam olarak ne zaman yaşamak gerektiğinin farkına vardım bilmiyorum. hani bazen hafızamızı zorlarız da en eski anımızı hatırlamaya çalışırız ya? i̇şte bunu yapıyorum ara sıra. i̇lk olarak ne zaman dedim kendi kendime; "benim yaşamam lazım" diye bilemiyorum. bu telaşın, bu sıkıntının asıl sebebi bu dikenli cümleler aslında. "benim yaşamam lazım." bunu dediğin anda kaybediyorsun zaten yaşama sevincini. çünkü o vakit kendini tereddütsüz ikna ediyorsun korkmadan. usulca kendi öz benliğine fısıldıyorsun; "şşşştt çaktırma sakın ama şu anda yaşamıyorsun. sadece nefes alıyorsun. i̇şte şimdi yaşayamadığın için senin yaşaman lazım. elbet bir gün yaşaman lazım" fısıltılar esir alıyor seni. adeta hipnoz oluyor ve nasıl da korkmadan kabulleniyorsun. evet benim yaşamam lazım. şimdi değil ama belki bir gün... o anda bir flash patlayıveriyor aniden. ne olduğunu bile anlamadan her şey anlamsız oluveriyor. zaman hızlı akmaya başlıyor ve ellerinin arasından hayatının kaymasına izin veriyorsun. mutsuzlukla sürünmeye ve acılar içinde bir şeyleri yakalamaya adıyorsun kendini. bir kere doyumsuzluğu aldın mı kapıdan içeri daha da koyvermiyor seni. i̇şte kilit kavram! doyumsuzluk. yaşamak derdine düştüğün anda yitiriyorsun bütün keyiflerini. söylemeye korkuyor insan. bu "yaşama sevinci" dedikleri yaşamı düşünmeden yaşayabilmek midir acaba? çocukluğum geliyor aklıma. bir kere olsun düşünmedim yaşama uğraşını. bir kere olsun "insan ne ile yaşar?" diye sormadım kendime. bir defa olsun benim yaşamam lazım dememiştim kendime. yarını düşünmenin derdini bilmiyordum. o an güzel olduğu için mi yarını düşünmüyordum yoksa yarını düşünmeye başladığım için mi anlarımın anlamı kalmamıştı hiçbir zaman emin olamayacağım. gözlerim ışıl ışıldı, kahkahalarımın en hesapsız, en gerçek olanı o zamanlardı. yaşam ile doluydum, yaşama sevincinin ne olduğunu bilmiyor ama hissediyordum. yaşadığımı o zamanlar daha çok hissediyordum hesapsız. çünkü en büyük mutluluklarım geçmişte kalmamış, gelecek için planlanmamışlardı. anın ta içindeydim. i̇nsan "yaşamak" üzerine düşündükçe yaşamı değersizleşiyor. i̇nsan geçmişe saplandıkça pişmanlıkları onu boğuyor, insan geleceği kafasında kurdukça içinde bulunduğu an gelecekten inadına uzaklaşıyor. i̇nsan yaşama sevincini, yaşamanın derdine düştüğü anda kaybediyor zaten. ben de istiyorum yaşam ile dolmak, ben de istiyorum içinde bulunduğum anın güzelliğini hissetmek. ben de istiyorum ne geçmişi ne de geleceği düşünmeden şimdinin keyfini çıkarmak. hırsları, arzuları, doyumsuzlukları aldık bir kere kapıdan içeri kovamıyorum. yaşama sevinci içinde o anda bulunan her şeyin, her detayın tadına bakmayı nasıl da özledim. nasıl da isterdim güzel günleri beklemek yerine, güzel günlerin içerisinde olduğumu fark edebilmeyi. en azından görebilmeyi... bisiklet seslerini dahi duyabilecek kadar ana dikkat kesilip ekmeğin o yumuşaklığını hissedecek kadar sevebilmeyi... *** adam masaya aklında olup bitenleri koydu ne yapmak istiyordu hayatta i̇şte onu koydu kimi seviyordu kimi sevmiyordu adam masaya onları da koydu *** 2. bölüm: pişmanlık hayatımın en çelişkili zamanlarını yaşadığımı biliyorum. duvarlar ördüm kendi dünyama ancak bir o kadar da kusmak istiyorum ciğerlerim sökülürcesine. kafamda sesler var. duymak istemediğim feryatlarım var kafamın içinde. susturamadığım iğrenç bir vicdan var kafamın içinde. delirtiyorlar beni her gece. gerçek anlamda kimi seviyorum bilmiyorum. annem de dahil buna. ama kendimi aslında o kadar da sevmediğimi artık biliyorum. benim için rahatsız edici bir eşik. i̇nsan önce kendisine olan tutkusuyla soyutlanıp sonra da tiksindiği tek şey kendisi olunca serçe parmağını sehpaya vurmuş gibi oluyor. kırıp dökme isteği doğuyor içimde. çünkü ben vurdum o sehpaya, ben yaktım canımı kendimden başka bir yerlere akıtmam lazım bu sızıyı. kim varsa bana değen, kim ne için gelmiş olursa olsun yanıma kırıp dökmek birilerinin canını yakmak istiyorum. dikenli cümlelerden bir diğeri de bu; neyi yapmak istiyorsun? i̇nsanın kendine yaptığı zulmü kimse yapamıyor anlaşılan. bazen öyle bir yük yükleniyorsun ki sırtına bunu niye yaptım ki ben diye sormak bile anlamsızlaşıyor. kaybedenler kulübüne hoş geldiniz. keşke kelimesi şeytanın sevdiği kelimedir derler. haksız da sayılmazlar. pişmanlık sanrılarının en belirgin özelliği olan "keşke"yi her söylediğimizde alevden bir top yutarız. hesaplar şeytandan! pişmanlık koca bir hayal kırıklığı olarak insanın yükünü dayanılmaz boyutlara çıkarmaya yarıyor. oysa insan hayalleri olmadan yaşayamaz derler. yıkılan hayaller ile nasıl yaşanır söylemezler. hayal kırıklığı ise sevginin yerini şaşırmana, kafandakilerin seslerini yükseltip diklenebilmesine yarıyor. elinde açacağın pek bir kart kalmamıştır artık. neyin varsa cebinde koymuşsundur ortaya. kocaman bir hayal kırıklığı kümesi... i̇yi de ben bilmiyorum ki bu can kırıklıklarıyla nasıl yola devam edilir. öğretmediler! *** üç kere üç dokuz ederdi adam koydu masaya dokuzu pencere yanındaydı gökyüzü yanında uzandı masaya sonsuzu koydu *** 3. bölüm: sonsuzluğun tuzağı sonsuzluk evimizden, yolumuzdan, önümüzden akıp gider her zaman. sonsuzluk ile fazlasıyla ilişkiliyiz. bu koca evren sonsuz gibi görünen uzunca bir nehir bizler onun içerisinde sonu olan ve korkakça sonunu bekleyen küçük yaratıklar olarak sürükleniyor, fazlasıyla eğreti duruyoruz aslında. ya da gereğinden fazla önemsiyoruz bu sonlu varoluşumuzu. i̇çimizde anlamlı bir sonsuzluk arzusu var ya da sonumuza duyduğumuz adi bir korku var da denilebilir. yetişemiyoruz, yetişemiyorum. zihnimin hızına yetişemiyorum. fizik kuralları bana göre değil, yaşlanmak bana göre değil. ölmeyi de istemiyorum, zamanın akmasını da... buraya ait değilim biliyorum. fazlasıyla yabancıyım gerçekte. ancak bu yabancılığı umursamadan nasıl da kök salmaya uğraşıyorum toprağa. nasıl da inat ediyor tırnaklarımı geçiriyorum bulunduğum yere. aklıma barış bıçakçı'nın aslında bok gibi olan bir hikayesi geldi şu an. "bir süre yere paralel gittikten sonra" belki de artık paralel seyahati bırakıp dikine gömülmenin vaktidir ha? ama kabul edemiyorum bunu. sonumun hazırlanıyor olmasını yediremiyorum. her türlü pisliğin ortasında bile nasıl da kalabilmeyi istiyorum. çelişkinin nirvansı bu olsa gerek. ben devam etmek istiyorum. sonsuzluğu yakalamak istiyorum. i̇yi de adama sorarlar sonsuzluk hakkında ne biliyorsun da bu kadar istiyorsun diye? yanı başında dolanıyor diye dengin mi sandın sen bu meredi diye? doğru. bilmiyorum ama sonlardan korkuyorum. aslında sonsuzluk bahane kaybettiklerimin telafisini istiyorum. sonsuzluk kolayıma geliyor, beni tuzağına çekiyor, bilinmezliğinin içinde hipnoz ediyor anında kandırıyor beni. sonumun nasıl olacağını düşündükçe korkuyorum. zaman dursun istiyorum. kahretsin! durmuyor! biliyorum! hayatları çelişkiler içerisinde olanları sakın ola kınamayınız. bütün insanlar çelişkilidir. biyolojik zorunlulukları, uymaları gereken fizik kuralları, kendilerini yönlendiren kimyasal reaksiyonları olduğu halde... tepeden tırnağa sınırlarla çevrili olduğu halde sınırları topyekün kaldırmayı ister. sınırların ardında ne var düşünmez bile. bütün derdi sınırlarının olmasıdır. *** bir bira içmek istiyordu kaç gündür masaya biranın dökülüşünü koydu uykusunu koydu uyanıklığını koydu tokluğunu açlığını koydu *** 4. bölüm: mücadele şimdiki zaman kipini yitirdiğimden beridir kavgayla yaşar oldum ben. biraz da sevdim sanırım bu halimi. i̇nsan kavga etmedikçe yaşadığını anlamıyor. bu arada buraya kadar aslında o kadar da düşünmeden yazmış bulundum. bu satırları yazarken aklıma bir film geldi paylaşayım "yeşil sokak holiganları" insanın camdan yapılmadığını fark etmek ile kazanılan yeni bakış açısına dair bir aforizma atılıyordu filmde şimdi tam hatırlamıyorum. tam da o hesap işte. camdan olmadığımı anladığım ama yine de sonlu olduğumu anladığım günden beridir mücadele fikri her zaman son derece çekici gelmiştir bana. dövüşerek canını teslim eden bir asker gibi düşünün bunu. nasılsa bir sonu var öyleyse düşmekten korkmamak benim mottom oldu bir yerde. şimdi düşününce düşmekten bu kadar da kormamış olmakla iyi mi yaptım kötü mü yaptım emin değilim. çünkü zaman durmuyor ve düşmek tecrübeden daha çok vakit kaybı ile geri dönüyor. her şeye rağmen mücadeleden başka da çıkar yol gözükmedi hiçbir zaman. kavga fikri her zaman daha çekiciydi. fikir olarak son derece erdemli, fikir olarak son derece kusursuz görünüyordu. eyleme döküldüğü anda iş sanıldığı gibi değilmiş. yine geç fark ettim. bu saatten sonra telafi yolu bambaşka bir yoldu. bu saatten sonra tüm yaralar kutsal, tüm acılar mübahtı! *** masa da masaymış ha bana mısın demedi bu kadar yüke bir iki sallandı durdu adam ha babam koyuyordu. *** son yaşamanın ne olduğu hakkında hala çekincelerim var. tam olarak neden nefes alıyorum anlamış değilim hala. bir kız vakti zamanında şımarık çocuğun tekisin demişti bana. haklıydı elbette. bencil, şımarık, umursamaz, başına buyruk, yalnız, karamsar, ilgi orospusu bir puştun tekiyim galiba. kendi hür iradem ile tuzağa düştüm, yenildim ama çaktırmıyorum galiba. şimdiki zaman kipimi yitirdiğim günden beridir yaşamak nedir bilmiyorum. pişmanım. yaşamaktan anladığım mücadele etmekten başka bir şey değil. i̇nsanları bilmem ama ben ancak böyle mi yaşardım. masa da masaymış ha... bana mısın demedi bu kadar yüke. bir iki sallandı durdu. asla çaktırmıyordu.
      2harbiden amk boyu benden uzun - yazaroldum 31.05.2017 00:24:46 |#3546948
    4. 8
      +
      -entiri.verilen_downvote
      --- spoiler --- adam masaya aklında olup bitenleri koydu ne yapmak istiyordu hayatta i̇şte onu koydu kimi seviyordu kimi sevmiyordu adam masaya onları da koydu üç kere üç dokuz ederdi adam koydu masaya dokuzu pencere yanındaydı gökyüzü yanında uzandı masaya sonsuzu koydu bir bira içmek istiyordu kaç gündür masaya biranın dökülüşünü koydu uykusunu koydu uyanıklığını koydu tokluğunu açlığını koydu --- spoiler --- bu şiirin hakkı yeniyor. bütün güzel şeyler gibi... bu şiir benim hayatım. benim hakkımı kimler yiyor? oysa ben çirkinim. lütfen söyle benim kaç canım var? benim hakkımı kim yiyor. ben çirkinim. lütfen canımı bağışlayın. bu hayatın hesabını kim verecek? bu şiir güzel, ben çirkinim. lütfen söyle. kimin vebalini sırtımda taşıyorum?
    5. 2
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Bu başlığa yazdığım entryler ara ara artılanıyor ve ben artılandıkça tekrar okuyorum. 3,5 sene önce bu şiir ekseninde bir deneme yazmışım sanırım. 3,5 sene önce yazdığım şeyi tekrar hatırlamak istemiyorum belki de istiyorumdur bilmiyorum. Ama okuyunca üzülüyorum arkadaşlar. Lütfen duyarlı olalım kapılarımıza bir kap kedi maması koyalım.
    6. 3
      +
      -entiri.verilen_downvote
      Bana "İnsan nedir diye sorsalar, Edip Cansever'in masası derdim" dedirten şiir. Adam yaşama sevinci içinde Masaya anahtarlarını koydu Bakır kâseye çiçekleri koydu Sütünü yumurtasını koydu Pencereden gelen ışığı koydu Bisiklet sesini çıkrık sesini Ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu Adam masaya Aklında olup bitenleri koydu Ne yapmak istiyordu hayatta İşte onu koydu Kimi seviyordu kimi sevmiyordu Adam masaya onları da koydu Üç kere üç dokuz ederdi Adam koydu masaya dokuzu Pencere yanındaydı gökyüzü yanında Uzandı masaya sonsuzu koydu Bir bira içmek istiyordu kaç gündür Masaya biranın dökülüşünü koydu Uykusunu koydu uyanıklığını koydu Tokluğunu açlığını koydu Masa da masaymış ha Bana mısın demedi bu kadar yüke Bir iki sallandı durdu Adam ha babam koyuyordu